1/29/2016

YANLIŞ ANLATILAN TÜRK HÜKÜMDARI: TİMUR HAN

                                                          Timur'un temsili bir çizimi
     Timur, bir cihangirin oğlu değildi ve kendisini taht üzerinde bulmadı. Nisan 1336′da Semerkand’ın güneyinde Şehr-i Sebz’de doğdu. Babası Barlas oymağına mensub Turagay, annesi Tegina Hatun’dur. Turagay mütevazi ve dindar bir kimse olup vaktinin çoğunu ulema ve şeyhler ile sohbetle geçirdi. Bu itibarla alim ve şeyhlere hürmet, oğul Timur’da henüz çocukluk devresinde yer etti.

     Timur’un gençlik yılları şiddetli silah talimleri, yıpratıcı beden eğitimi, avcılık ve küçük seferlerle geçti. Bu dönem Maveraünnehr ve Doğu Türkistan’ın kuvvetli bir idareden yoksun hanedanlıkların, birbirleriyle kıyasıya mücadelerine sahne oluyordu.

 Timur, Çağatay hükümdarı Emir Hüseyin’i, Tuğluk Han tehlikesinden kurtardığında yirmiyedi yaşında idi. Hüseyin’in kızkardeşi Olcay Tergen Aga ile evliliği de Timur’un emir katındaki itibarını artırıyordu. Ancak çeşitli siyasi sebeblerle çok geçmeden Emir Hüseyin’le arası açıldı. 1366′da Belh’i zaptederek iktidar dizginlerini eline aldı. 1370′te Emir Hüseyin’in ölümü üzerine, Maveraünnehr’e tek başına hakim oldu ve Semerkand’a gelerek tahta çıktı. Şimdi Hindistan’dan Akdeniz sahillerine kadar bütün Asya karalarının üzerinden harikulade bir semavî alamet gibi geçiveren bir cihangirin saltanat hayatı başlıyordu….
     O, büyük hükümdar manasına Gürgan; zamanın hakimi manasına Sahip-kıran ve cihangir ünvanlarını taşıyordu. Doğru sözlülük hakim vasıflarından olup yüzüğünde Rasti-rustî = Kuvvet doğrulukturkazılı idi.
     Otuzyıl boyunca bu ünvanları tekzip ederek hiçbir başarısızlıkla karşılaşmadı. Giriştiği her işte muvaffak olurken yirmialtı memleketin tacını başına geçirmiştir. Bunlar arasında Çağatay hanedanı, Türkistan ve Moğolistan’daki Cet hanedanı, Harizm, Horosan, Tataristan, Irak-ı Acemde Beni Muzaffer, Irak-ı Arap’ta İlhanlılar ve Hind hanedanı en mühimleriydi. Ülkesi doğuda Çin seddine kuzeyde Rusya içlerine, batıda doğu Anadolu’ya, güneyde Mısır’a dayanıyordu. Kuvvetli cihangirin darbeleri altında hiçbir gücün kuvveti kalmıyordu.
     Askerlerin sadakati her türlü tasavvurun ötesindeydi. Yalnız canlarını değil gerektiği zamanlar da mallarını ve ganimetlerini de Hakanları yolunda feda ederlerdi. Timur’da onlarla birlikte aynı sofrada yemek yerdi. Tasavvur ettiği bir şeyi asla terketmez, verdiği emri geri almazdı. Kararlaştırdığı şey, onun için icra olunmuş hükmündeydi. Maziye asla teessüfetmez, istikbalden ise emin olmazdı. Ortaya çıkan her türlü halleri, metanetle karşılardı.
     Alimlere, fakihlere, seyyidlere fevkalede hürmet gösterirdi. Onların sohbetlerini dinlemek en büyük zevkiydi. Tüzükatında: Allah dostları alimler ile devamlı irtibat halinde idim. Her işimde onlarla istişare ettim. Bunların hayır duaları bana zaferler kazandırdıdemektedir.
     Girdiği hiçbir memlekette de alim ve şeyhlerin incitilmesine rıza göstermezdi. Savaş esnasında başarıya ulaşmak için haraketlilik ve şaşırtmaca gibi pekçok harp hilesine başvururdu. O kendisini takdim ederken genellikle "Bizki,Mülûk-ı Turan; Emir-i Türkistan’ız. Bizki Türk oğlu Türk’üz. Bizki Milletlerin en kadimi ve en ulusu Türk’ün başbuğuyuz" ifadelerini kullanırdı.
     Bu büyük cihangirin Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid Han ile çarpışması ve bozguna uğratması ise Batı Türk dünyası açısından büyük üzüntüye yol açmıştır.
     Tarihin en büyük cihangirlerinden Timur Han, Çin İmparatorluğu üzerine düzenlediği sefer sırasında ölümünün yaklaştığını anlamış, vasiyetini yazdırmıştı. 12 madde halinde düzen­lenen bu belge, hem onun başarılarının sırrını, hem de bir devletin nasıl yönetilmesi gerektiğini ortaya koyması bakımından fevkalâde önem taşımaktadır.
     Çin İmparatoru Tonguz, memle­ketinde İslâm’a karşı savaş aç­mış, ağır zulüm ve baskıların yanısıra binlerce Müslüman’ı da öldürtmüştü. Bu haberler üzerine. Timur Han, 1404 yılı Kasım ayında 200.000 kişilik muazzam bir ordunun başında bu ülkeye doğru sefere çıktı.
     Ocak ayı (1405) ortalarında Otrar’a varılmıştı. Ancak, bundan sonraki yol­ların sefer için uygun olmadığı rapor edilince, bir müddet burada kalındı. Ti­mur Han, hem yaşlılığın verdiği zayıf­lık, hem de mevsim şartlarının elverişsizliği sebebiyle, bu son seferde, iyice yorulmuştu.
     Şubat ayı ortalarında ileri kuvvetle­re hareket emri verildiğinde. Timur Han birdenbire hastalandı. Orduda bu­lunan tabibin bütün gayretlerine rağ­men, durumu günden güne kötüye git­mekteydi. Hakan, ölümünün yaklaştığı­nı görünce, önce vasiyetini yazdırdı. Sonra yatağın etrafında ayakta olan oğullarına dönerek şunları söyledi:
     “Çocuklarım! Tebaanın istiraha­tım teinin için, sizlere bıraktığını va­siyeti ve düsturları unutmayınız. Halkın dertlerine derman bulunuz. Zayıfları himaye ediniz. Bilhassa fa­kirleri, zenginlerin zulmünden koru­yunuz. Her işinizde rehberiniz, ada­let ve iyilik olsun. Eğer benim gibi uzun müddet saltanat sürmek ister­seniz, kılıcı ihtiyat ve likayat ile kul­lanınız. Aranıza nifak tohumu girme­mesine çok dikkat ediniz. Zira ne­dimleriniz ve düşmanlarınız bundan istifade için aranıza nifak saçmaya çalışacaklardır. Vasiyetimdeki usûl-i idare düsturlarına sadık kalırsanız, tac daima başınızda kalır. Ölüm dö­şeğinde olan babanızın sözlerini dai­ma hatırlayınız.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder