2/06/2016

UYVAR ÖNÜNDE BİR TÜRK GİBİ

fazilahmedpasa
                                             KÖPRÜLÜ FAZIL AHMED PAŞA
                              Allah muin oldu fetih eyledik Uyvâr’ı (1074)
     Budapeşte’nin 80 km kuzey-batısında ve Viyana’nın 110 km doğusunda yer alan Uyvar kalesi, 17. yüzyılda do­ğudan Orta Avrupa’ya açılan en önemli kapıydı. Köprülüzâde Fazıl Ahmed Paşa sadarete gelişinin ikinci yılında ve ilk se­ferinde bu kapıyı kırmak üzere hareke­te geçince, Avrupa’da heyecan fırtınala­rı esti. Çünkü, yarım asrı aşkın süreden beri, Osmanlı-Avusturya kapışması ol­mamıştı. Bu büyük sefer, Osmanlılar’ı bir sonun başlangıcı noktasına da getire­bilir, onlara Viyana yolunu da açabilir­di. Avrupa’nın bu en müstahkem kalesi olan Uyvar, Türk askerinin olağanüstü gayret gösterdiği şiddetli muhasaraya ancak 38 gün dayanabildi ve düştü. Olay, bütün Hıristiyan ülkelerde geniş yankılar uyandıracak ve o güne kadar görülmemiş ölçüde neşriyat yapılması­na yol açacaktı. Ve herhangi bir işte ör­nek kararlılık, azim, cesaret, şecaat ve yiğitlik gösterildiğinde, ”Uyvar önün­de bir Türk gibi kuvvetli” denilmesi, Avrupa’da atasözü halinde yerleşecekti.

 Seferde bulunanlardan Fazıl Ah­med Paşa’nın mühürdarı Hasan Ağa “Cevahirü’t-Tevarih” ve Erzurum’lu Osman Dede “Tarih-i Fazıl Ahmed Paşa” isimli eserlerinde Uyvar’ın fethi­ni tafsilatıyla anlatmaktadırlar. Şimdi, konuyu onların kaleminden takip ede­lim:
     DÖRT KOLDAN MUHASARA
     Ve 1074 (1663) Muharremi’nin 13. günü Serdâr-ı ekrem hazretleri, alay ile Uyvar kalesinin Beç kapısı tâbir olunan mahallin hizasında kurulan Otağ-ı hümâyûnlarına yerleştiler. Ol gece yeniçe­ri metrise girûp, Sadrıâzam hazretleri ortada, Serdar Ali Paşa sağ tarafta ve Yusuf Paşa sol canibde üç kol olmak üzere asker tertip ve ta’yin olunup, kale­yi dört taraftan muhasara eylediler. Kollara 14, 18 ve 24 vukıyye gülle atar, toplam 24 top konuldu. Teslim teklifi­nin reddedilmesi üzerine, sabah namazı kılındıktan ve kurbanlar kesildikten sonra toplara ateş verildi.
     İlk dört günde gayretli çalışmalarla metrisler hendek başına yaklaştı. Niha­yet kalenin Beç kapısı demekle maruf mahallin pişgahında hendek başında bir metin ve müstahkem tabyası olup için­de 4-5 yüz kadar melain bulunuyordu. Bunlar metris erbabına ziyade keder ve zarar verdikleri için tabyanın fethi en mühim işlerden biri haline geldi. Muharrem’in 18. günü (10 Ağustos) kuşluk vaktinde tabyadan metrisler üzerine bi­raz kâfir çıkmasıyla, yeniçeri gazileri ve biraz yaya sekbanları gülbank-ı tek­bir ile kefere üzerine yürüdüler. Küffâr tabyaya firar ettikleri gibi, ardlarınca tabyaya girip bir azim cenk oldu ki, tâ­bir olunmaz. Bilûtfillâhi teâlâ cünd-i İslâm galip gelip tabyada olan müşriki­nin çoğunu kılıçtan geçirip bakiyyetü’s süyûfı (kılıç artıkları) kaleye firar eyle­mekle guzât-ı İslam (İslâm gazileri) tabyayı zapt eylediler.
     KUBURLAR DUVAR DİBİNDE
  Serdâr-ı âli hazretleri kuburların ile­ri yürümesi için binefsihi gayret eylemelerinden nâşi, gecelerde 5-6 saate de­ğin kubur ağzında oturup ve gündüzler­de toprak sürülen yerde dâmen-i dermeyân ihtimam olurlar idi. Hatta bir gün bir gece yağmur yağıp, metrislerde ge­zilmek kabil değil iken, Sadr-ı âli dizle­rine dek balçık içinde metrisleri dolaşıp her sınıfa sayısız ihsan ile cenk ve har­be teşvik etmişti. Onun iş görülmesi içün ziyade gayretini gören metris hal­kı, yüzüne karşı dualar eyleyip, ”Sizin gibi serdâr’ın uğurunda ve din ve devlet yolunda baş ve canlarımız fe­dadır”deyu, gazâ yolunda sebat-kadem ve metanetlerin izhar eylediler.
   İşte bu çalışmalar sonunda, kuburlar hendeğin üç kulaç derinliği suyu karşu yakaya çıktı. Amma küffâr gece gündüz kuburlara ziyade takayyüd iderdi. Zîra bilürdü başına ne gelür? Vezir-i âzam kolunda olan kubur, ibtida duvara ya­naştı. Amma hayli zahmet çekildi. Küffâr-ı hâksâr, birkaç defa kuburu topla vurup bozup yıkardı. Akşamdan yine sabaha dek, ol yıkılan yeri tamir eder­lerdi. Çün bu hal üzere olmadı. Kubu­run bazı tarafından bu kadar bin kütük koyup ve bu kadar bin torba top­rak yığılup, karşıdan topa siper oldular ve kubur önüne kütükten siper ey­lediler. Ve kuburun üstü­ne dahi büyük direkler kodular. Ve kuburların üzerine torba kodular ki, yukarıdan kale bedenin­den kurşun urulmaya. Bu hal ile kuburu emin bir şekilde işlediler.
   TOPÇULARIN BAŞARISI
   Amma bizim topçula­rımızın   haddi   zatında hakkı yenmez. Küffârın topun urup, pare pâre iderdi. Birkaç defa küffâ­rın topunun parçaları bi­zim topumuz darbından metrislere düştü. Ve ol parçalar efendimiz önü­ne gitürürlerdi. Topçulara mübalağa ihsan ederdi. Çünkü küffârın beş-altı pare büyük topun kırdık. Küffâr-ı bî-din artık gün­düz top atamaz oldu. Baş göstermeğe korkardı. İslâm askeri top­çusu yine topumuz kırar. Heman topu gece ile atmağa başladılar. Bir gecede vezîr-i âzam kuburuna 25 top attılar. Kubur yıkıldı. Sabah oldukta, meğer kubura asla zarar ermemiş. Bunca top­rak ve kütük ve torbayı geçmek nice mümkün? Küffâr-ı bî-din bir hal üzere derman edemez oldu. Gece ile de top atamaz oldu.
Beriden ise Vezîr-i âzam, her topun başına ağalarından birer ağa tayin etti. Böyle tenbih ederdi ki, ”Her bâr ki ke­fere bir top atarsa siz üç top atun” der idi. Bi-hamdillâhi teâlâ, küffârın ge­rek olan topları helak olduktan sonra kuburlarımız karşı duvara yapışıp geçe­cek yol oldu.
     SIRA SERDENGEÇTİLERDE
     Serdengeçtiler karşı duvara hücum edip vardılar. Zîra, küffârın karşı yaka­da duvar dibinde şaranpo tabir edilen kazıklar vardı. Ol kazıkların dibinde büyük hendek kazılmıştı. Burada kıyametden nümûne bir cenk ve pürhâş ey­leyen serdengeçtiler, ol küffârın duvar dibinde olan metrisini aldılar. Ve pek-çok kelle kesip birkaç dil (esir) ele ge­çirdiler. Bi-inâyetillâhi teâlâ kale duva­rına el vurdular. Amma küffâr-ı hâksâr, karşı geçen serdengeçtiler üzerine ateş saçup bunca fuçılar içine barut ve sâz koyup yukarıdan zencir ile atardı. Bun­ca taş yağdırdılar. Bunca el kumbara­sın, bunca kovan arusun aşağı duvar di­binde olan ümmet-i Muhammed’e atar­lardı. Amma serdengeçtinin hali budur.
     Sonra vezir lâğıma mübaşeret ettir­di. Kurbanlar boğazlattı. Duvar gedüğüne lağımcılar el urdu. Meğer küffâr dahi içeriden külünk ile tak tak ederdi. Yani, ”Siz hazır iseniz biz dahi içerüde hazırız. Heman zahmet çekmeyin lâğım idemezsiniz” diyü. Berüden İs­lâm lağımcıları medet sultanım lâğım duyuldu. Vezir dahi bir başka yerden mübaşeret edin dedi. Tekrar lâğımcılar duvara el vurduğunda, küffâr-ı hâksâr yine içeriden külünk ile vurup hazırız dediler. Üç defa bu hal ile mübaşeret olunur iken, ”Ya buna çere nedür?” diyü Sadrıâzam buyurdu. Ve Rumeli Beylerbeyisi ile müşavere eyledi. Mez­kûr Rumeli Beylerbeyisi önce sağ kol idi. Soma Rumeli Beylerbeyisi şehid oldukta, sağ kol olan beğisine Rumeli iki tuğuyla ihsan olundu. Zîra o kale muhasarasında çok üstâd idi. Ve müsta­kim, doğru adam idi. Sadrâzam ona buyurdular ki: ”Buna çaremiz nedir? Küffâr 3-4 defa lâğımlarımızı duydu. İm­di artık lâğım olmaz.” Ali Paşa: ”Heman kale duvarının kökün kazarız. Ve içerü kala duvarının yanına doğru oyarız ve oyulan duvarı direkler üzerine alırız. Ta­mam olduktan sonra ol duvara ateş verip duvar yer ile beraber olur.”
     DUVAR YERLE BİR
  Vezîr-i âzam Ahmed Paşa, bu tedbiri akıl mizanına getürdü ve fikr eyle­di. Ma’kuldür deyu lağımcılara emreyledi:”Varın mübaşeret eylen. Allahü teâlâ işinizi asan eyleye.” Ve lâğımcı başısına hayli ihsan eyledi. Sair lağım­cılara dahi hayli bahşiş verdi. 0l gece can hakkıyla mübaşeret eylediler ve sa­baha dek yirmi arşın kadar duvarın kö­kün kazıp oydular. Sonra azim direkler üzerine aldılar. Öyleki ol oyukda adam eğilip yürürdü. Çün sabah  oldu. Ol di­rekler ateşe urulduktan soma, 3-4 bal­yemez top urdular. 0l duvar hak ile yeksan oldu. Ve hendekin suyuna doğ­ru uçtu. Azim büyük gedik açıldı. Bü­yük top ol yere vursa, fındık, kayaya vurmuş misâli olurdu. Meğer lağım ola. Çün küffâr kale duvarını bu hal üzere gördü. Akılları başlarından gitti. Amma yukarı kale bedenine çıkmak nice mümkün? Duvar yıkıldı amma, dolma toprak azim bayır oldu, asıldı.
     Şimdi bir taraftan yıkılan yerden içeriye doğru kazıp lağıma mübaşeret ederken, diğer taraftan serdengeçtiler, iki defa yukarı kale bedenine çıkmağa yürüyüş ettiler. Amma yukarusunda el ayak tutmak olmaz. Toprak dağa turna­sıtırmaşı çıkmak murad ederken, yuka­rıdan dinsiz küffâr tüfenk, el kumbarası ve taş yağdırdılar. Berüde asker-i İslâm metrislerden balyemez toplarla ve tüfenkendâz ile küffârı urdular. Küffârın öyle bir kuvvet-i kalbi var ki, yukarı bedenine çıkılmaz. Amma bizim kuvvet-i kalbimiz var ki, lağım asan veçhile topraktan içeri doğru 15 kulaç gitti. Ayrıca serdengeçti şehbazları, kendülerin yenemeyip yukarı yürüyüş eylediler. Ve üç-dört saat kadar cenk cidal idüp, yine aşağı indiler. Bir-iki yüz kadar mücahid, kimi şehid ve kimi yaralı oldu. Amma küffardan çok ke­fere kırıldı.
     VİRE BAYRAĞI ÇEKİLİYOR
     Kefere bu hal üzere asker-i İs­lâm’ın yürüdüğün gördü. Ya bunlara yol ola nice yürüyüş ederlerdi. Hay­li ibret alup nice hayrete gark oldu­lar. Berüden lağımlarımız hazır ve yürüyüş olmağla tenbih olunup kefere-i bî-din başına ne geleceğin bilüp ilmü’l-yakîn ve ayne’l-yakîn gözleri ile muayene ve müşahede idüp kafalarından bi’l-külliye kat’ı ümid eylediler.
    Böylece mâh-ı sefer-i zafer-i eserin 21. günü (24 Eylül 1663) küffâr-ı bî-din, vire bayrağın Beç kapısında dikti. Ka­le içerisinden iki belli başlı kafir çıktı ve efendimize gelip buluştular. Dediler ki: ”Devletlü vezir kalenizi Allah mübarek eyleye. Lakin bize emn ü emân ver ki malımıza, canımıza za­rar olmaya”. Efendi­miz dahi bunlara ahd ü emân eyledi.
     Kendilerine aman verip istedikleri yere sağ salim ulaştırılacaklarını belirten Fazıl Ahmet Paşa, “Siz iyi cenk et­tiniz. Sizin suçunuz kalmadı. Çâsârınız utansın. Zîra size imdad göndermedi” buyurdu.
     "UTANMAZSANIZ TABİ DÖĞÜN"
     Birkaç madde rica eylediler. Biri, malımıza ve canımıza zarar olmaya. Bi­ri dahi Tater yüzün görmemek için or­dudan geçmeyelim. Biri dahi, bizler ka­leden çıkmayınca İslâm askeri girmeye Biri dahi, bol miktarda zahire verile. Biri dahi, kaleden çıkdıkda bayrağımız açıp tahılımızı döğerek gidelim dedik­lerinde, Sadrâzam hazretleri:
    “Utanmazsanız tabi döğün ve bo­ru dahi çalın ve bayrak açın” dediler.
  0l saat gedikler ve kale bedenleri zabt olundu. Ertesi gün, kaleden küffâ­rın cümle rical ve nisası çıkarılıp muha­fazaları için vezir Kaplan Paşa ve bir miktar asker tayin olunup Komran kale­sine gönderildiler. Böylece Viyana yolu üzerindeki bu en müstahkem Avusturya kalesinde Türk bayrakları dalgalanma­ya başladı.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder